COVID-19 Pandemi'nin Sözleşme Hukuku Üzerindeki Etkisi
Hazırlayan: Dilara Nihal Tunç
Türk Hukuku'nda her sözleşmenin temel amacı kuşkusuz tarafların karşılıklı yükümlülüklerini yerine getirmesidir. Hukukun genel ilkelerinden olan ve kaynağını Türk Medeni Kanunu Md. 2'den alan "pacta sunt servanda" diğer bir değişle ''Ahde Vefa'' ilkesi; bir sözleşme, yapıldığı sırada mevcut bulunan şartlar, ilerleyen zamanda değişmiş olsa bile mümkün olduğu kadar ilk şartlara uygun olarak yerine getirilmelidir. Diğer bir deyişle, sözleşme kurulduğu zaman dilimindeki şartlara uygun ifa edilmeli ve sonradan değişiklik içermemelidir. Bu nedenle taraflar aralarındaki sözleşmenin hükümlerine aynen uymakla yükümlüdür. Ancak, yaşadığımız yüzyıl içerisinde sözleşmenin kurulduğu zamandaki şartları değişebileceği ve buna müteakip taraflar önemli ölçüde etkilenebileceği dikkate alınmıştır. Bu bağlamda taraflar, sözleşme ile bağlı olmamalıdır düşüncesi ortaya çıkmış ve Roma Hukukundan günümüze kadar gelen "clausula rebus sic stantibus" ilkesine göre, zaman içinde meydana gelen değişiklikler dahilinde sözleşmenin uyarlanmasının mümkün olacağı tespit edilmiştir. İlk kez Çin'in Vuhan şehrinde görülen ve COVID-19 olarak adlandırılan pandeminin kısa bir sürede tüm kıtalara ve 127 ülkeye yayılması ile ülkeler önlem almak amaçlı sokağa çıkma yasağı, ülkeye giriş ve çıkışların kapatılması gibi olağanüstü önlemler alarak durdurmaya çalışmaktadır. CODI-19 pandeminin beklenmedik bir hızla yayılması sonucu alınan önlemler dahilinde, bütün dünya ekonomisi etkilenerek çeşitli sektörler ve ticari ilişkiler zedelenmiş bulunmaktadır. COVID-19 pandeminin mevcut ve ileride ortaya çıkabilecek ekonomik yansımalarına ilişkin yaklaşımlar mevcut ise de en çok düşünülen ortaya çıkan bu pandeminin sözleşme hukukunda mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusu gündeme gelmektedir. İlgili makalede dile getirilecek hususlardan ilki sözleşmenin uyarlanması ilkesi kavramı ve şartlarının ne olduğu; buna müteakip, COVID-19 pandeminin bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ele alınacaktır.

i. Sözleşmenin Uyarlanması İlkesi ve Şartları

Sözleşmenin uyarlanması ilkesi, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 138. Maddesinde düzenlenmiştir ve 'Aşırı İfa Güçlüğü' başlığı altında düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre;

''Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçluda borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkında sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.''

Uyarlama faaliyeti, sözleşmeyi ayakta tutmaya matuf bir uygulamadır. Sözleşmeyi sona erdirme ya da sözleşmeden dönme, uyarlamaya göre daha ağır bir sonuçtur ve artık sözleşme ayakta olmamaktadır. Buna öncelik vermemek amaçlı, ilk yol olarak sözleşmenin uyarlanması hakimden talep edilebilmektedir. Başlangıçta kurulmuş bir sözleşmeye, sonradan müdahale edebilmenin 2 yolu vardır. Birincisi uyarlama, ikincisi ise sözleşmeden dönmedir. Bu söz konusu iki seçenek, Alman Medeni Kanunu'ndan alınarak Türk Hukukuna entegre edilmiştir. Ancak her ne kadar, Alman Medeni Kanunu'ndan alınmış olsa da Türk Hukuku'nda uyarlamaya hakim karar verirken sözleşmeden dönmeye taraflardan biri karar verebilecek olması farklılık göstermektedir.

Sözleşmenin uyarlanmasının üç farklı şartları mevcut olduğu TBK Madde 138 de belirtilmiştir. Buna göre;

· Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkması,

· Değişen durumun borçludan kaynaklanmaması; sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları kendisinden ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı düşecek şekilde borçlu aleyhine değiştirmiş olur.

· Borçlu, borcunu henüz ifa etmemiş olmalıdır veya borcunu ifa etmiş ama şartların olağanüstü ağırlaştırılması sebebiyle bundan doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır; eğer somut olayda bu gerçekleşmişse, artık bu tarafın ahde vefa ilkesine uyması beklenemez, taraf sözleşmenin uyarlanmasını talep eder. Uyarlama mümkün değilse ve ani edimli sözleşme ise taraf sözleşmeden döner. Eğer sürekli edimli sözleşme ise sözleşmeyi fesheder.

ii. Mücbir Sebep Kavramı ve Uygulanabilirliği

Mücbir sebep, Türk Hukuku'nda tam olarak açıklanmamakla birlikte iki şekilde dile getirilmektedir. Bunlardan birisi, "Sübjektif Teori (sorumlu ve borçluyu esas alan teori)"ve diğeri "Objektif Teori" olarak yer almaktadır.

· Sübjektif Teori; sorumlu ve borçluyu esas alan teoridir. Şartlara göre gösterilmesi gereken azami özen gösterilse bile zararı önlemenin mümkün olmamasına göre mücbir sebebi tanımlayan bir teoridir.

· Objektif Teori; sorumlu borçlunun işletmesi ve failin dışında meydana gelen genel bir davranış normunun veya borcun, mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde ihlaline yol açan öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü sebepler "mücbir sebep teşkil etmektedir. Gerçekleşme tarzı ve yoğunluğu itibarı ile olayların normal akışı ve genel hayat telakkilerine göre beklenilmesi mümkün olmayan halleri aşan, kaynağı sorumlunun işletme ve faaliyet alanı dışındaki her olay, mücbir sebeptir.
Mücbir sebep, çoğu zaman beklenmedik hal ile karıştırılır. Bunlar arasında birtakım farklar mevcuttur. İlk olarak Mücbir sebep, umulmayan hale göre daha büyük şiddet ve yoğunlukta bir durumu ifade eder. Mutlak kaçınılmazlık söz konusudur. Mücbir sebep, kişi ve faaliyete yabancı dış bir olayda (haricilik unsuru); umulmayan hal de ise işletme ve faaliyet içi bir durumu ifade eder. Mücbir sebep, illiyet bağını keser iken; umulmayan hal, illiyet bağını her zaman kesmemektedir. Her durum için ayrı incelenmesi gerekmektedir. Zararlı sonucu teşkil eden sebeplerden biri olarak ifade edilir, algılanır. Dolayısıyla mücbir sebep, sorumluluk hukuku bağlamında daha belirgin sonuçları olan bir sebep olarak karşımıza çıkar.

iii. COVID-19 Bağlamında Mücbir Sebep ve Sözleşmeler Hukukunda Etkisi

Yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, mücbir sebebin 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda detaylı bir inceleme içermeden üstü kapalı olarak yer alması sebebi ile tefsir şekli ile COVID-19 pandeminin yorumlanacağı düşünülebilir. Bununla birlikte, esas itibariyle mücbir sebep teşkil edecek olayların tek tek sayılmaması hukuken daha doğru olduğu olası durumların ne şekilde gerçekleşeceğinin bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Mücbir sebep, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen halleri kapsadığını dile getirmiş olsak da COVID-19 pandeminin öngörülemeyecek bir olay ve öngörülmesi beklenmeyen bir olay olduğu gerek Dünya Sağlık Örgütü'nün 12.03.2020 tarihli kararı ile COVID-19'un pandemi yani küresel bir salgın olduğu ilan edilerek mücbir sebep olgularını desteklemektedir. Buna ek olarak, gerek Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Cumhurbaşkanlığı gerek Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı tarafından alınan karar dahilinde halkın zorunlu olmadıkça sokağa çıkmaması gerektiği, yargılamada söz konusu işlem sürelerin ertelendiği, adliyelerde nöbetçi sisteme geçildiği belirtilerek birden çok ülke vatandaşlarının ülkeye giriş çıkışı kapatılmıştır. Bu hususlar dikkate alındığında, Türkiye Cumhuriyeti ve dünya ülkelerinin küresel salgın sebebi ile olağanüstü önlemler alarak COVID-19 pandemini sona erdirmeye çalışmaktadır. Bu da mücbir sebep olgularını desteklemektedir.

International Chamber of Commerce'in ("ICC") geçmişte iki taraflı edim yükümlülüğü doğuran sözleşmelerde SARS virüsüne ilişkin emsal bir kararında virüsün mücbir sebep teşkil etmeyeceğine dair bir görüşü mevcut olsa da somut durum bakımından farklı değerlendirmelerin mevcudiyeti bulunmaktadır. Buna karşılık, salgın hastalığın ilk görülmeye başladığı coğrafya olan Çin'de; Çin hükümeti, belirsizlikleri biraz olsun önlemek ve sözleşme taraflarını hükümlerini ihlal etmekten korumak amacıyla sözleşme yükümlülüklerini yerine getiremeyen şirketlere mücbir sebep sertifikaları vermeye başlamıştır. Bu husus ticari ilişkilerin ekonomik gücün en yüksek olduğu Çin'de dile getirilmesi dünya ekonomisinin durgunlaşması sebebi ile söz konusu COVID-19 pandemisinin daha ekonomik olarak birçok etkisi olacağı düşünülmelidir. Mücbir sebep gerekçe gösterilerek, ülkemiz genelindeki tüm ticari sözleşmeler, kira sözleşmeleri ve diğer özel hukuk sözleşmelerine hakim müdahalesinin istenebilmesinin hukuki dayanağı ancak 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda 138. Madde'de yer alan ''Aşırı İfa Güçlüğü'' kapsamında değerlendirilebileceği düşünülmektedir.

Bununla birlikte, Türk Borçlar Kanunu'nun 136. Maddesinde yer alan, "İfa İmkansızlığı''hükümlerinin de bazı olaylarda uygulama alanı bulabileceği düşünülebilir. Bu maddeye göre, borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkansızlaşırsa borcun sona ereceği öngörülmüştür. Buna ilişkin örnek olarak, ülkemizde bulunan ithalatçı bir firmanın, Mart ayı içerisinde İtalya'dan getirmeyi taahhüt ettiği bir mal, sınırların kapatılmış olması nedeniyle temin edilemeyecektir. Bu durumda, borçlu borcundan kurtulmuş olacak ve aldığı edimi de sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca karşı tarafa iade etmekle yükümlü olacaktır. Buna ilişkin Yargıtayın konuya ilişkin içtihatlarında, mücbir sebeple ilgili her olaya özel hükümler verildiği görülmektedir. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi'nin 26.11.1982 tarihli 1982/6186 Esas sayılı kararında ; "Sözleşmenin yeniden gözdengeçirilmesiiçin, önceden görülemeyen, borçlunun şahsı ve işletmesi dışında meydana gelen bir olayın neden olduğu değişiklikler yüzünden sözleşmedeki ekonomik denge bozulmuş ve sözleşmenin yanlarından birine yükletilmesi gereken tehlike sınırı objektif olarak aşılmış olması gerekir. Kira parası olarak kararlaştırılan altın fiyatlarının, olağanüstü artışı nedeniyle işlemin temelinden çöktüğü ve sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması gerekir."hükmü verilmiştir.

iv. Sonuç

COVID-19 pandemisi tüm dünyanın gündeminde olmakla beraber oldukça yeni bir mesele olması ve henüz gerek Türk Hukuku'nda gerekse dünya genelinde buna ilişkin verilmiş bir yargı kararı olmaması nedeniyle mevcut durumda sözleşmeler hukukunda mücbir sebep olarak değerlendirip değerlendirilemeyeceğine dair net bir yorum yapmak mümkün olmayacaktır. Bununla beraber, COVID-19 pandemisinin seyrinin önceki yargı kararlarına konu olan diğer salgın hastalıklara nazaran daha keskin ve olağanüstü haller ile değerlendirilmesi gerektiğini söylemek mümkündür. Mücbir sebep kavramı ve mücbir sebep kapsamında hangi hallerin sayılabileceği 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nda açıkça düzenlenmediğinden, hangi hallerin bu kapsamda değerlendirilebileceği içtihatlar ile belirlenmektedir. Bu bağlamda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2017/11-90 E. 2018/1259 K. sayılı ve 27.06.2018 tarihli kararında ve doktrinde salgın hastalık, mücbir sebep hallerinden biri olarak kabul edilmiştir. Söz konusu karar; "Mücbir sebep, sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır." şeklindeki ifadesi ile COVID-19 pandemisinin Dünya Sağlık Örgütü'nün vermiş olduğu karar ile de küresel salgın olarak belirttiğini dikkate aldığımızda, sözleşmeler hukukunda mücbir sebep sayılacağı öngörülebilmektedir. Bununla birlikte, olası ihtilaflarda sözleşmede yer alan mücbir sebep maddesinin içeriği ve yazılışı önem arz ettiği ve somut olayda yer alan ihtilafın içeriğinin önem taşıdığını belirtmek gerekmektedir. Detaylı bilgi ve uyumluluk çalışması danışmanlık hizmeti için aşağıdaki bilgiler vasıtasıyla bizimle iletişime geçebilirsiniz.